İNSAN NASIL FERMENTE OLUR?
Şarap tadım notu yazarken, şarap üzerine düşünürken çeşitli kişiselleştirme/insana benzetme metaforları kullanırız. Bir şarap “yaşlı”, “genç”, “çekingen”, “dürüst”, “zarif”, “agresif”, “feminen”, “zayıf”, “sofistike” olabilir.
Peki şarap üretim aşamalarını insana benzetirsek ne olur? “Şarap gibi yıllandıkça güzelleşmek” klişesiyle olgunlaşmayı kastederiz. Yani yüzümüzdeki çizgiler arttıkça, hayat tecrübemiz arttıkça olgunlaşır ve güzelleşiriz. Bu, tabii ki bir tesellidir. Her şarap yıllandıkça güzelleşmediği gibi hiçbirimiz de yaşlandıkça güzelleşmeyiz. Tecrübelerimizin artması da her zaman olumlu değildir. Ya aptallığımızdan ya da çok iyi niyetli oluşumuzdan defalarca kazık yiyebiliriz. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? İkisi de bilemeyebilir, gezme ya da okuma tecrübesi, yaşama tecrübesi hiçbir şeyi değiştirmeyebilir. Önemli olan bunları idrak etme kabiliyetidir.
Peki üzüm suyunun şaraba dönüştüğü ilk aşama olan fermantasyonu nasıl insan yaşamına benzetebiliriz? Maya ne yapıyor? Şıradaki şekeri yiyip alkole ve karbondioksite dönüştürüyor. Bu kimyasal olayı basit olarak ele alırsak üzüm suyu maya sayesinde yepyeni bir şeye dönüşüyor yani bu tepkime, yeni bir hayat ortaya çıkarıyor. Üzüm suyu fermente olarak ölümsüzlüğü buluyor. Peki insan nasıl fermente olur?
İnsanın şarapla tarihi ilişkisini inceleyelim dersek önce kutsal kitaplara bakmamız gerekir. Bunu biraz teolojik, biraz da tarihsel değerlendirmemiz lazım. Önce Eski Ahit’e bakalım. Tevrat’ta iki olay şarap tarihi açısından oldukça ünlü. Biri Nuh, diğeriyse Lût. Nuh, bildiğiniz gibi Tevrat’a göre yeryüzünde ilk asmayı diken ve şarap içen kişi. Sarhoş olunca çırılçıplak uzanıp sızıyor. Oğlu Ham onu görüyor ve kardeşlerine anlatıyor. Kardeşleri Sam ve Yafet ise babalarının üzerini örtüyor ve ona bakmıyorlar. E bundan sonra da Nuh, oğlu Ham ve torunu Kenan’ın soyunu lanetliyor.
Lût vakasında ise Lût’un iki kızı evde kaldıklarından ve mağarada yaşadıklarından soylarının devam etmesi için babalarına şarap içirip onunla yatıyorlar. Tevrat’ta şarapla ilgili konular bu iki ensest olayıyla başlıyor. Yani Yehova baştan bu şarap olayına gıcık. Freudyen bakarsak da Tanrı Yasa’yı baştan işletmiş ki insan sağlıklı bir şekilde üreyebilsin.
Burada mevzuya başka bir fermente gıda olan ekmeği sokalım. Çıkış yani Exodus dediğimizde ya da Yahudi diyetini andığımızda ilk akla gelen şey, mayasız ekmektir:
“Yedi gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. İlk gün evlerinizden mayayı kaldıracaksınız. Kim bu yedi gün içinde mayalı bir şey yerse, İsrail'den atılacaktır. (…) Mayasız Ekmek Bayramı'nı kutlayacaksınız, çünkü sizi ordular halinde o gün Mısır'dan çıkardım. (…) Birinci ayın on dördüncü gününün akşamından yirmi birinci gününün akşamına kadar mayasız ekmek yiyeceksiniz. Evlerinizde yedi gün maya bulunmayacak. Mayalı bir şey yiyen yerli yabancı herkes İsrail topluluğundan atılacaktır. Mayalı bir şey yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde mayasız ekmek yiyeceksiniz.” (Çıkış, 12:15-20)
Tanrı mayayla kafayı bozmuş olsa gerek!
Sonrasında Musa ve kavmi Mısır’dan kovuluyor. Firavunun askerleri peşlerinden kovalarken Musa kadınlara diyor, “lan garılar bırakın ekmek pişirmeyi! Firavun geliyür, maya muya uğraşmayın”. Mayaya olan alerji artık Tanrı’nın gluten intoleransından mı kaynaklanıyor, onu bilemeyiz. Eski Ahit’in devamında mayayla ilgili hiç hoş şeyler yok:
"Evinizde maya bulunduğu sürece bana kurban kesmeyeceksiniz. Fısıh kurbanı sabaha bırakılmayacak.” (Mısır'dan Çıkış 34:25)
"Rab'be sunacağınız tahıl sunularının hiçbirine maya katılmamalı. Çünkü Rab için yakılan sunu içinde hiçbir zaman maya ya da bal yakılmamalı.” (Levililer 2:11)
Tanrı, insanın aklına mayanın gelmesini istemiyor. Bu çok açık. Mayala(n)mak, yeniden doğmak demek, yaratmak demek, görünmez canlıları yepyeni bir şeyi üretmede kullanmak demek. Eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürmemek lazım!
Günlük hayatla ilgili kullanımları çok olsa da Eski Ahit’te şarapla husumet devam eder. Ya baştan çıkarıcı, günaha sokan içki ya da bir tehdit aracıdır. Kul Tanrı’nın hoşuna gidecek şeyler yapınca “şarabını iç, keyfine bak!” derken aksi durumda şarabı lanetle anıyor. Şarapla ilgili iki örnek verelim.
"Sen ve oğulların Buluşma Çadırı'na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz. Kuşaklar boyunca bir kural olsun bu.” (Levililer 10:9).
“Şarap insanı alaycı, içki gürültücü yapar, Onun etkisiyle yoldan sapan bilge değildir.
İçmeye oturup kalkamayanlar,
Karışık şarapları denemeye gidenlerdir.
Şarabın kızıl rengine,
Kadehte ışımasına,
Boğazdan aşağı süzülüvermesine bakma.
Sonunda yılan gibi ısırır,
Engerek gibi sokar.
Gözlerin garip şeyler görür,
Aklından ahlaksızlıklar geçer.
Kendini kâh denizin ortasında,
Kâh gemi direğinin tepesinde yatıyor sanırsın.
“Dövdüler beni ama incinmedim,
Vurdular ama fark etmedim” dersin,
“Yeniden içmek için ne zaman ayılacağım?”
(Süleyman'ın Özdeyişleri 23:29-35)
Eski Ahit’te Melkisedek’e bir parantez açmak lazım çünkü şarabın olumlu olarak anıldığı ilk kısım, ekmek ve şarap ikilisi ilk Şalem Kralı Melkisedek ile ortaya çıkıyor. Hristiyanlar, bu duruma atıfla Melkisedek’in İsa’nın müjdecisi olduğuna inanıyor. Gerçi, bu açıdan bakarsak Hristiyanların bir kısmı (en azından benim tanıdıklarım) Nuh’un da aslında İsa olduğunu ve Tufan’ın İsa’nın Dirilişi’ni sembolize ettiğini düşünüyor. Hatta Eyüp’ün de aslında İsa olduğu ve çektiği çilenin İsa’nın çilesi olduğu anlatılıyor.
Burada tabii İncil kısmını uzatmaya pek gerek yok. Dikkati çekmek istediğim kısım Tevrat ile İncil arasında şaraba nasıl yaklaşıldığı. İsa ile birlikte şarap başköşeye konuyor. Hristiyanlığın en başat simgelerinden biri şarap. Suyu şaraba dönüştürerek “fermantasyon şov” yapan İsa’nın winemaker’lara tavsiyesi bile var:
“Hiç kimse yeni şarabı eski tulumlara doldurmaz. Yoksa yeni şarap tulumları patlatır; hem şarap dökülür, hem de tulumlar mahvolur. Yeni şarabı yeni tulumlara doldurmak gerek. Üstelik hiç kimse eski şarabı içtikten sonra yenisini istemez. ‘Eskisi güzel’ der.” (Luka 5:37-39)
Yukarıda elbette insanın eski haliyle “Mesih” ile tanıştıktan sonraki yeni hali arasındaki değişimi anlatıyor. Ama biz bunu bir dereceye kadar şarap yapımına uyarlayabiliriz. Ayrıca başka bir yazının konusu olsa da iki kitabın yaratmaya ve yaratıcılığa açıklığını karşılaştırırsak belki neden Yahudilerin o müthiş zekalarıyla aklımıza daha çok pozitif bilimlerde yaptıklarıyla geldikleri ancak sanatta o kadar da öne çıkmadıklarını, Hristiyanlıkta ise tasvir sanatlarının en güzel örneklerinin verildiğini tartışabiliriz.
Peki şarap daha önce kimin simgesiydi? Elbette ilk aklımıza gelen Dionysos. Dionysos, annesinden ölü doğacakken asma yaprakları sayesinde yıldırımlardan korunur. Babası Zeus onu alıp baldırına diker, böylece Dionysos ikinci kez dünyaya gelmiş olur. Dionysos gerek doğumu gerek insancıl kültü gerek şarabıyla İsa’nın öncülüdür. Biri Yunan tanrısı, diğeri de çoğu inananına göre insanlığın kurtarıcısı, “Tanrı’nın oğlu” Mesih, bu iki tanrısal kişilik aslında şarabın ruhani bir varlığa dönüşmüş, üzüm suyunun yeniden doğmuş halleridir. İki tanrısal kişilik de fermente olmuş ve ölümsüzlüğe kavuşmuştur.
Sorumuza gelirsek… İnsan nasıl fermente olur? İnsanın en büyük çaresizliği ölümsüz olamamasıdır. Besteler, resimler yapmış, zaferler kazanmış, keşiflerde bulunmuş, bir şeyler icat etmiştir. Mayayı kullanıp ortaya bir şeyler çıkarmış ancak kendisinde kullanamamış, kendi mayası yetersiz kalmıştır. Ölümsüzlüğü adını yaşatarak ikame etmeye çalışmıştır. Ancak nihayetinde ölümsüz olmadığı gerçeği hayatının en büyük kaygısı olmuştur. İnsan fermente olamayan zavallı bir varlıktır. İnsanın fermentasyonu mayası yetmediğinden takılı kalmıştır.
Son sahnede Gılgamış ölümsüzlük otunu yılana kaptırır, Lokman Hekim ölümsüzlüğün reçetesine elini uzatırken reçete suya düşerek silinir. O sırada başka bir zaman ve başka bir yerde bir şarap yapımcısı durmuş fermantasyonu düzeltmeye çalışıyordur.